KİTABIN ÖZETİ :
Anadolu kentinde bir aile portresi… Anne Şermin, baba Orhan. Bir de çocuk, ebeveynlerden birinin ki başlangıçta açıkça ifade edilmiyor, ilk evliliğinden olan çocukları Ahmet. Öyküleme tarihinde on yedi yaşında.
Karı kocanın evlenmesinin üzerinden on beş yıl geçmiş. Anne ile oğlu birlikte Ankara'daki evlerinde yaşamlarını sürdürürken, baba bir banka müfettişi olarak çeşitli vilayetleri dolaştıktan sonra İstanbul'da görev yapmakta. Özlemin yaratmış olduğu bir mutluluk tablosu mevcut. Oğlu Ahmet evden çıktıktan sonra anne, eşinden gelen İstanbul mektubunu açar ve hasretle okur. Dokunaklı yazmıştır Orhan. Yaşadıklarını sıralarken hep eşini de yanında düşündüğünden söz eder ve birlikte edinmiş oldukları alışkanlıklardan hasretle dem vurur. Şermin'e her ne olursa olsun kendini üzmemesini salık verir ve gündelik yaşamla ilgili basit ancak temel öğütlerden bahseder. Mektup ekinde göndermiş olduğu gazete kuponlarından söz ederken "çok içmiyorsun değil mi Şermin?" diye sorar karısına son paragrafta.
Burada anlarız ki Şermin önceki evliliğinden kalma bir alışkanlığı yaşadığı yeni mutluluğa rağmen üzerinden atamamıştır. Alkol… Ama eşini özlemle bir kez daha düşünür Şermin. Ne çok sevmiştir kocasını. Yüreklidir, merttir Orhan. Düzenli, prensiplidir. Balıkçılarla inanılmaz bir alçakgönüllülükle sohbet ederken, hırçın denize karşı durur da kıpırdamaz, titretmez vücudunu. Özgüveni herşeyden önce gelir Orhan'ın. Koca bir banka müfettişidir O. Ama düşünür ki eşi, Ankara yakışır kocasına. Ailesi ve banka müfettişine layık başkent.
Öykünün ikinci bölümünde bir toplu taşıma aracında sahne alır kemanı ile provadan dönen Şermin ve eşi Orhan. Kışa dönüktür Ankara, yağmurlar başlamıştır ve babasına kavuşalı ailenin hayli zaman olmuştur. Dolmuşun şoför ve muavininin sıradan diyalogları yansır öyküye, figüranların konuşmaları sıkıcıdır, paralel olacaktır elbette Şermin'in mevcut sıkıntısına.
Artık maalesef sıkılmaktadır Şermin. Özlemle beklediği hasret kaldığı kocasına kavuşmuştur ama bir şeyler çokçasına eksiktir yine yaşamında. İşinin vermiş olduğu yorgunluk da yansır aile tablosuna, enikonu sinirlerini yıpratmıştır alkol, ikinci planda kalmıştır ailesi. Geçtim Orhan'ı da, oğlunu, Ahmet'i düşünür ve "onu artık yalnız bırakmalıyım" der, "taşıma suyla serpilmesin. Analık sevgisiyle üstüne abanmak, bencillik olacak bundan böyle. Yoksa ben besleneceğim ondan. Nasılsa öz babasından çok sevdiği Orhan yanında… Arkadaşlık etme gibi özürlerle varmamalı üstüne. Bu kesin."
"Öz babasından çok seviyor…" Klasik ana-oğul kıskançlığı diye de düşünebilirsin başlangıçta ama onun da ötesi, yaşama duyulan bir bıkkınlık söz konusu. Kendi ayakları üzerinde durmalı herkes, öyle değil mi? Peki sevgiyi nerede kucaklayacak Şermin… Kaçmak çözüm mü böylesine?
Üçüncü bölümde evinde sıkıntıları ile başbaşa ilkbaharı karşılar Şermin güneşli bir ilkbahar gününde. İlerletmiştir alkolü, hızlı içilen gecelerin sabahında taze bir bira boşaltmaktadır bardağına, günün gerisini konyakla tamamlamaktadır. Bir yandan da şehri, birzamanlar ne çok sevdiği Ankara şehrini düşünür. Baharı bile sevimsizdir artık başkentin. Oysa yıllar önce içi sevgiyle dolu iken böyle değildi bu şehir. Şimdi başkent resmidir, bir başkentin olması gerektiği gibi, Şermin'in duyguları donuktur.
Finalde "Dizboyu papatyalar" diye okur bir seyahat acentesinin reklam cümlesini gazeteden Şermin. Bir düşünür şöyle dizboyu papatyaları, açar evinin kapısını, fırlar sokağa, kafasında düşünceler dolaşır; "Dizboyu papatyaların" ne manaya geldiğini sorar kendine, en son şu anlama geldiğinde karar kılar: "Seni Seviyorum, hadi hoşça kal, bir gün o kıyı kahvesinde yanına çöküp dostça iki kadeh içebilme isteğim baskın geliyor…"