Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Denge Oyunu(2.Dünya Savaşında Türkiye’nin Politika

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 864
Kayıt tarihi : 17/12/07

Denge Oyunu(2.Dünya Savaşında Türkiye’nin Politika Empty
MesajKonu: Denge Oyunu(2.Dünya Savaşında Türkiye’nin Politika   Denge Oyunu(2.Dünya Savaşında Türkiye’nin Politika Icon_minitimeCuma Ara. 21, 2007 2:37 pm

Denge Oyunu(2.Dünya Savaşında Türkiye’nin Politikası)


KİTABIN ÖZETİ :
1939-1945 2nci dünya savaşı Türk Dışişlerini değerlendirmek için önce dönemin politikasını yönlendiren kadroyu anlamak gerekir.
Bu kadro 1nci Dünya savaşı, Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş dönemi gibi yakın tarihin en önemli evrelerini yaşamış, savaşların zorluklarını ve hizmetlerini çok iyi hatırlamakta olan bir kadroydu. Bu sebeple onlar için birinci derecede önemli husus Türkiye’nin bu savaşın dışında tutulmasıydı.
Fakat, Türkiye’nin konumu onun “güçlü dostları” için hayati bir önem arz etmekteydi, ama bu “dostlar” fazla baskıcı olmaya başladıkları zaman karşıtlarıyla da diyaloga girerek durum dengelenebilirdi. 2nci Dünya Savaşı var olan güçler dengesini tümüyle yok edip yerine bir yenisini getirebilirdi. Bu durumda herhangi bir tarafın öbürünü tümüyle ezerek dünya egemenliğini kurması Türkiye gibi stratejik önemi olan küçük bir ülkenin işine gelmeyecekti.
Lozan Antlaşması’ndan 19 Ekim 1939 imzalanan Türk-İngiliz-Fransız Antlaşmasına kadar geçen süre içinde, Türkiye çok yanlı bir dış politika izlemekle birlikte "güçlü dostların” gerekliliğini de kabul etmek zorunda kaldı. Lozan’dan hemen sonraki dönemde Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurulmuş, bu ülke Türkiye’nin başlıca dostu olmuştur. Ancak, Faşist İtalya’nın Türkiye için yarattığı tehlike, duruma yeni bir boyut kazandırıyordu. Sovyetler Birliği bir kara devletiydi ve denizlerde önemli bir mevcudiyeti yoktu. Oysa Faşist İtalya’nın Akdeniz’in doğusundaki emelleri etkin bir deniz gücünü elinde tutan bir müttefik gerektiriyordu. Bu da İngiltere’yi gündeme getirdi. İngiltere ve Fransa ile yapılan antlaşma gereği; Türkiye herhangi bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa İngiltere ve Fransa ona her türlü aktif desteği sağlayacaktı. Ancak İngiltere ve Fransa saldırıya uğrarsa Türkiye sadece müsamahakar bir tarafsızlık (Benevolent neutrality) uygulayacaktı. Türkiye Sovyetler Birliği ile savaşa meydan verebilecek her durumda antlaşmayı vurgulamaktan muaf tutuluyordu. İngiltere ve Fransa Türkiye’ye 25 milyon sterlinlik savaş malzemesi, 16 milyon değerinde külçe altın ve 3,5 milyon sterlinlik bir kredi transferi sağlayacaklardı.
1941 baharının son günlerinde balkanlarda iyice yerleşen Alman Kuvvetleri bir Türk-Alman antlaşması talebinde bulundu. Alman dışişleri bakanı Ribentrop asker ve teçhizat transit geçişi konusunda Almanya’ya geniş haklar tanıyan bir antlaşma istiyordu. Karşılık olarak Türkiye-Bulgaristan sınırının Türkiye lehine değiştirilmesi ve “Ege Denizi’ndeki adalardan birinin Türkiye’ye verilmesini öneriyordu. Benzer öneriler İngilizler tarafından da yapılmıştır. Yunanistan’da İngiliz direnişinin sonu yaklaştığı sıralarda İngiltere Türkiye’nin Sakız, Midilli ve Sisam adalarını işgal etmesini istemiş ancak Türkiye böyle bir girişimin Almanya ile savaşa neden olabileceğinin ve Yunanistan’la arasını açacağının bilincindeydi.
Türk tarafı Almanya’ya ancak İngiltere ile yapılan antlaşma ile çelişmeyecek konularda görüşmeye hazır olduğunu belirtti. Türk- alman saldırmazlık antlaşması da bu şartlarda imzalandı.
Bu anlaşmadan sonradır ki güney kanadını emniyete alan Almanya Sovyetler Birliği’ne saldırıya geçti. Aynı anda İngiltere Sovyetlere kayıtsız şartsız desteğini bildirdi.
Kısa süre sonrada Sovyetlere yardım ulaştırılabilmesi için İran, İngiliz-Sovyet ortak saldırısıyla işgal edildi.
1941 sonunda Japonya’nın Pearl Harbour’a saldırısı ABD’nin de fiilen savaşa katılmasına neden olurken Uzakdoğu’da Japonya ‘nın zaferleri birbirini izliyordu. Aynı günlerde Alman kuvvetleri Rus steplerinin derinliklerine dalmışlar böylece savaş bütün dünyayı saran bir yangın görünüşünü almıştı.
Türkiye bu dönemde kesin tarafsızlığa daha da yaklaşırken savaşan iki tarafa da bunun onların çıkarına olduğunu söylemekteydi. 1942 yılının sonlarına doğru savaşın kaderi müttefiklerin lehine dönme belirtileri gösterince Türkiye tarafsızlığını korurken müttefiklere eğilimli bir tavır içine giriyordu.
Türk-İngiliz antlaşması ve Türk-Alman Dostluk Antlaşması üzerine kurulu olan politika Türkiye’ye doğrudan bir saldırı gelmedikçe Türkiye’nin savaşın dışında tutulmasını ana hedef almaya devam etmekteydi.
Özellikle antlaşmanın bu son maddesini Türkiye bütün savaş boyunca çok iyi değerlendirmiş, müttefikleri için verilmesi çok zor olan bu miktarları ve askeri yetersizliğini öne sürerek, İngiltere ve Fransa’nın yanında savaşa katılmaktan uzak durabilmiştir.
Savaşın başlaması ile birlikte Mihver Devletleri’nin daha hazırlıklı olduğunun anlaşılması da gecikmedi. Polonya, Hollanda ve Belçika, Alman Birlikleri tarafından kısa sürede işgal edildi. Kıta Avrupa’sının en güçlü ordusu kabul edilen ve ünlü Maginot Hattı ile çevrili Fransız ordusu 23 günde paramparça oldu.
Yunanistan 28 Ekim 1940’da İtalya tarafından işgal edildi. Müttefikleri çok sayıda askeri olan ve doğrudan tehdit altında olmayan Türkiye’ye Yunanistan’ı koruma görevini, İtalya’ya savaş açıp Oniki adaları derhal işgal etmesini teklif ettiler. Ancak, Türkiye bütün Avrupa’yı saran ve kapılarına varan tehlikeye karşı, İngiltere’nin Yunanistan’ı koruma da acz içerisinde kalışını da göz önünde bulundurarak ,savunmada kalmayı tercih etti.
Bununla birlikte, Bulgaristan’a bir nota vererek Yunanistan’a saldırdığı takdirde Türkiye’nin savaş ilan edeceğini bildirmekten de geri kalmadı.
Aynı günlerde Almanya’nın Sovyetler Birliğine saldırı planları olgunlaşıyordu. Hitler ve askeri danışmanları Sovyetler’e yönelecek bir saldırıyla Türkiye’ye yürümek arasında seçim yapmaları gerektiğinin bilincindeydiler.
Zira; Türkiye’ye yürümeye karar verilirse Rusya ile ilgili olanaklar ortadan kalkmaktaydı. Kafkas petrollerine ulaşıldığı takdirde Almanlar inisiyatifin tamamen kendilerine geçeceğini biliyorlardı. Boğazlar bir sonraki hedef olmalıydı ve Türkiye projesi
Sovyetler Birliği tamamen bertaraf edilene kadar ertelendi. Hitler Boğazlar’ın hesabını ancak Rusya yenildikten sonra görebiliriz demiştir.
El-Amein’de İngiliz karşı saldırısının Rommel’i Kuzey Afrika’dan sökmesi ve Mısır’ın böylelikle kurtarılışı, öbür yandan Stalingard’da Sovyetlerin zaferi, Türkiye üzerindeki baskıyı artıracaktı. Türkiye’nin bu konjonktür içinde savaşı kısaltan bir araç olarak konumu, eskisinden daha geçerliydi. Ayrıca tüm cephelerde Mihver gerilemeye başladığından Türkiye’nin Ortadoğu’yu Mihvere kapayan bir kale olduğu savı da geçerliliğini yitiriyordu. Bu durumda İngiliz baskısına karşı yeni bir formül bulunmalıydı.
Türk devlet adamlarının bu aşamadan sonra başvurdukları çare, Türkiye’nin hala askeri araç gereç bakımından zayıf olduğunu sürekli savunmak ve Almanya’nın İngiltere’yi zedeleyebilecek taktik bir zafer aradığını öne sürmekti. Türkiye bu bakımdan ideal bir hedefti.
1943, 2nci Dünya Savaşı’nın Türkiye için en kritik yılıdır. Savaşta üstünlük müttefiklere geçmiş ve onlarda Türkiye’ye yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskıyı arttırmışlardı. Öte yandan Mihver kuvvetleri savunmaya geçmiş olmakla birlikte halen Türkiye’ye zarar verebilecek mesafedeydiler.
Bu aşamadan sonra İngiltere Türkiye’ye bir tür “manevi şantaj” uygulamaya başladı. Türkiye savaştan sonra belirecek “Rus tehlikesine” karşı ancak müttefik davasına somut katkılarda bulunarak Batının desteğine hak kazanacaktı.
Artan baskı sonucu Türkiye savaşa girmeyi ilke olarak kabul etti. Bundan sonra Türkiye askeri hazırlıklarının yetersizliği üzerinde durmalıydı. Bu diplomatik savunma hattı da çatlamaya başladığı zaman Türk dış politikasını yönetenler Balkanlar da açılacak yeni bir cepheye somut katkıları olabileceğini öne sürmeye başladılar. Bu tasarı her ne kadar Churchill tarafından hararetle savunulsa da Türk tarafı Amerika ve Sovyetlerin “ikinci cephenin” Balkanlarda açılmasına kesinlikle karşı çıktıklarını biliyordu. Bu Balkan cephesi fikrinin gerçekleşme olasılığının çok düşük olduğunu bilen Türk devlet adamları bu harekata katılmaya hazır olduklarını defalarca tekrar edecek böylece bir yandan iyi niyetlerini vurgularken öte yandan da zaman kazanmış olacaklardı. Müttefiklerin savaş planları açısından optimal yarar sağlayacağı kritik dönem böylece atlatılmış olacaktı.
Kazablanka’da toplanan müttefik zirve toplantısında Almanya için “koşulsuz teslimiyet” ilkesi benimsendi ki bu ilke Avrupa’da tek ve en güçlü devlet olarak Sovyetler’in yerleşmesini getirecek ve Türkiye için önemli bir denge unsuru ortadan kalkacaktı.
Adana konferansında Churchill ile İnönü Türkiye’nin savaşa katılması konusunda mutabakata vardılar. Ancak Türkiye’ye savaşa katılması için yapılacak yardımları müzakerelerle sonuçlandıracaklardı ki buda Türkiye’ye önemli bir zaman kazandıracaktı.
2 Ağustos 1944’te Türkiye Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesti. Bu hareket gerek batılı müttefiklere gerekse Sovyetlere Türkiye’nin ittifak yükümlülüklerine sadakatinin kanıtı olarak sunuldu.
20 Şubat 1945’te ise İngiliz Büyükelçisi Peterson Dışişleri Bakanı Hasan Kaya’ya Türkiye’nin BM konferansına katılabilmesi için en geç 1 Mart tarihine kadar Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi gerektiğini bildirdi. Bunun sonucu olarak 23 Şubat 1945’te Türkiye bu iki ülkeye savaş ilan etti.
19 Mart 1945’te Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim SARPER Molotov’la görüştü. Bu görüşme sırasında Sarper’e beklenen nota verildi. Bu notanın sıraladığı istekler şunlardı :
1. Türkiye’nin doğu sınırında Kars ve Ardahan Sovyetlere bırakılacaktı.
2. Türkiye boğazları tek başına savunamayacağını kanıtlamıştı. Burada Sovyetlerle ortak üsler kurulacaktı. Bununla birlikte Montreux Antlaşması Sovyetleri daha fazla söz sahibi kılacak şekilde revizyona tabi tutulacaktı.
İngiltere Sovyet taleplerinin BM Senedi’ne aykırı olduğunu beyan etti. Her ne kadar İngiltere Türkiye’nin Sovyetlere karşı desteklenmesi gerektiğine karar verdiyse de aynı zamanda gücünün tükendiğini ve Sovyetlerle ciddi bir çatışmayı göze alamayacağını da biliyordu.
Bu durum Türkiye için yeni bir mücadelenin başlangıcıydı. Zira savaştan diğer büyük güç olarak çıkan ABD Türk davasına inandırılmalı ve yeni bir denge oluşturulmalıydı.
SONUÇ :
A. KİTABIN ANA FİKRİ :
2nci Dünya Savaşında Türk Dış Politikasının sadece tarafsız kalındı demekle ifade edilemeyeceği, araştırıldığı zaman tarafsız kalabilmenin bile hiçte kolay olmadığı, çok yönlü bir politika izlemenin temel anahtar olmasının yanında hazır bir ordu tarafından dış politikanın desteklenmesigerektiği.
B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :
2 nci Dünya Savaşında Türkiye tarafsızdı. “Müttefikler ve Mihver Devletleri arasındaki savaşa katılmayarak savaşın tamamen dışında kaldı.” Görüşünün aksine Türkiye’nin konumu gereği tüm dünyayı saran böyle büyük bir savaşta tarafsız kalarak bile bir tarafa katkıda bulunabileceği, büyük devletlerin Türkiye’yi yanına alabilmek için baskı ve tehdit dahil her türlü yolu deneyeceğini göstermiştir.
C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :
Kitabı realist bir yaklaşım, engin bir araştırma ve bilgi birikimi sonucu ortaya çıktığı bir bakışta anlaşılmaktadır. Dönemin olaylarını soru işareti bırakmayacak şekilde incelemiş olan bu kitap 2nci Dünya Savaşında Türkiye’nin rolünü öğrenmek isteyenler için ideal bir kaynaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilgili.forum.st
 
Denge Oyunu(2.Dünya Savaşında Türkiye’nin Politika
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: BİLGİLİ--((EĞİTİM-ÖĞRETİM))-- :: KİTAP ÖZETLERİ-
Buraya geçin: