|
| Çıkarlar, Çatışmalar, Çözümler” Tarihten Geleceğe | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Admin Admin
Mesaj Sayısı : 864 Kayıt tarihi : 17/12/07
| Konu: Çıkarlar, Çatışmalar, Çözümler” Tarihten Geleceğe Cuma Ara. 21, 2007 3:04 pm | |
| Çıkarlar, Çatışmalar, Çözümler” Tarihten Geleceğe Türk – Alman İlişkileri
KİTABIN ÖZETİ : Tarihsel Süreçte Türkiye-Almanya İlişkilerine Yorumsal Bir Bakış. (Murat ÇULCU, araştırmacı) Almanya’nın sıcak denizlere, uluslararası enerji kaynaklarına ulaşabilmesi için aşması gereken güzergahta, dün Osmanlı İmparatorluğu bugün ise Türkiye yer almaktadır. Bu bağlamda Almanlar açısından Türkerin önemi, özellikle 15 nci yüzyılda meydana gelen çok yönlü oluşumlarla artmıştır. Tarihsel Süreçte Türkiye-Almanya İlişkilerine Yorumsal Bir Bakış. (Murat ÇULCU, araştırmacı) Almanya’nın sıcak denizlere, uluslararası enerji kaynaklarına ulaşabilmesi için aşması gereken güzergahta, dün Osmanlı İmparatorluğu bugün ise Türkiye yer almaktadır. Bu bağlamda Almanlar açısından Türkerin önemi, özellikle 15 nci yüzyılda meydana gelen çok yönlü oluşumlarla artmıştır. Bu yüzyılda, Orta ve Kuzey Avrupa’ya yaşamsal ürünlerin ulaşmasını sağlayan Akdeniz limanlarının önemli bir kısmı, Papa’nın elinde bulunuyordu. Papa’ya karşı çıkarak protestanlaşan Almanlar için bu durum bir baskı aracıydı. Dolayısıyla Dünya ile Almanya arasındaki köprü İznik, Gelibolu, İstanbul, Selanik üzerinden Viyana ve Hamburg güzergahından gerçekleşmeye başladı. Daha sonra Almanya’nın temellerini atacak olan Prusya ile Osmanlı Devleti, 2 nci Viyana kuşatması hariç, sürekli bir yakınlaşma içerisinde olmuşlardır. Ancak, Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemine girmesi ve Almanya’nın sanayileşmesi ile denge Almanya lehine bozulmuştur. Almanya Balkanlar’da yer edinebilmek maksadıyla ve müteakiben Ortadoğu için Osmanlı Devleti’ne sürekli ilgi göstermiştir. Özellikle kara ordusunu yeniden düzenleme bahanesi ile Osmanlı Devleti’ne nüfuz etmiş, böylece Ön Asya’da yer edinmeye ve politikalarını uygulamaya muvaffak olmuştur. 1913 tek parti sürecine hakim olan İttihat ve Terakki yöneticilerinin Alman hayranlığı, ilişkileri en üst düzeye çıkarmıştır. 20 nci Yüzyıl başlarında “Düveli Muazzama” adı verilen İng., Rusya, Almanya ve Fransa arasındaki mücadele alanları, zengin petrol bölgesi olan ve Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yer alan Kafkasya ve Ortadoğu olmuştur. Almanya, Osmanlı Devleti ile yakın ilişki kurarak bu bölgelere ulaşmayı hedeflerken, diğerleri güç kullanarak aynı hedefe yönelmişlerdir. Bilindiği üzere Kurtuluş Savaşını müteakiben imzalanan Lozan Antlaşmasında Almanya yer almıyordu. Bu yol ayrımı Almanya’nın nasyonel sosyalist ideolojiyi, T.C.nin ise demokrat dünyada yerini almasıyla daha da belirginleşmiştir. Ancak II nci Dünya Savaşı ile tahrip olan Almanya’nın yeniden imarı ve üretime geçmesi için ucuz işgücü kaynağını Türkiye’nin teşkil etmesi ve soğuk savaş dönemi, ilişkilere değişik boyutlar kazandırdı. Müteakiben, kriz dönemlerinde Türk işçilerinin işten çıkarılması, hortlayan Neo Nazi hareketinin Türkleri hedef alması, yasal yollarla ülkeye giriş yapan Türklere zorluk çıkarılırken, sözde Türkiye’de baskı gördüğünü iddia edenlerin adeta Almanya’ya davet edilmesi, bu sığınmacıların müteakiben teröre kaynak teşkil etmesi ilişkileri gerginleştirmiştir. Yine de soğuk savaş döneminin şartları sebebiyle Türkiye’den vazgeçilemezdi. Ancak soğuk savaş bitince Türkiye Cumhuriyeti Devleti hedef tahtasına konmakta gecikmedi. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla iki Almanya’nın birleşmesinden güç alan Alman yönetimi, Türkiye’nin dostluğunu kazanmak yerine, çıkarlarını Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesinde görüyor ve bunun için de sığınmacıları kullanıyordu. Bir bakıma mülteci-terörist tezgahını işletmeye başlıyordu. Lojistik kaynak sağlamanın yanısıra, bölücü örgüte en fazla siyasi desteği de 80’li ve 90’lı yıllarda Almanya veriyordu. Nitekim 1980’li yılların sonunda koyulan ambargoya gerekçe olarak yapılan silah yardımının Güneydoğuda kullanıldığı gösterilmiştir. Bu politikalarda Almanya’nın nihai amacı K.Irak petrollerine hakim olmaktır. Oysa ki Almanya ve Türkiye bölgelerinin lider ülkeleridir. Petrol bölgelerine yakınlığı ile dikkati çeken Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler içerisinde olmak Almanya’nın lehinedir. Almanya eninde sonunda aklın yolunu bulacak ve kendi halkının çıkarlarını gözeten bir iktidara kavuşacaktır. Türk-Alman İlişkilerinde Ortak Çıkar ve Çatışmaları İle Olası Çözümler, (Erhan YARAR, T.C.Başbakanlık, Devlet Bakanlığı Müşaviri) Almanya Başbakanı Kohl, “Türkiye’nin Avrupa’da yeri yoktur.” derken ABD, Türkiye’nin jeopolitik bir kenar ve kanat ülke durumundan, merkez pozisyona yükseldiği fikrini savunmuştur. 1990 yılında Almanya’nın birleşmesinden sonra Der Spiegel dergisinin manşeti “Gemi artık doldu” cümlesi ırkçıların sloganı olmuş ve 1999 yılına kadar Türklere karşı irili ufaklı 25.000 ırkçı saldırı gerçekleşmiştir. Başbakanlığı sırasında Mesut YILMAZ’ın ”Lebensraum”u açıklamasından sonra Almanya ayağa kalkmıştı. “Lebensraum” sözcüğünü ilk kez kullanan 1889-1946 yılları arasında yaşamış olan Karl Haushof, Alman yayılmacılığının savunucularındandı. Buna göre Almanya tüm Cermenleri birleştirmeli ve bu devleti yaşatmak için bir hayat sahası bulmalıdır. Dünya savaşlarının asıl sebebi de budur. 1939 Polonya işgali, 1941 Rusya saldırısı hep Lebensraum stratejisinin parçalarıdır. Drang nach Osten, Alman jeopolitikasının temel kavramlarındandır. 1888’de Kayzer’in Berlin-Bağdat demiryolu projesi için İstanbul’a gelişi, 1896’da “Türk Mirasında Alman Talepleri” adlı bildiri ile Mezopotamya’nın Almanya’nın Hindistan’ı ilan edilmesi bu politikanın sonucudur. “Mittelcuropa” Orta Avrupa anlamına geliyor, Avusturya, Çekoslovakya, Kuzey Balkanları içeriyor ve Almanya bu coğrafyayı hayat sahası olarak değerlendiriyor. “Ostpolitik” ise ilk kez 1969’da Willy Braendt’ın kullandığı, Almanya’nın Doğu Avrupa ülkelerine yönelik ilişkiler kurma ve geliştirmeyi amaçlayan bir kavramdır. Bu politika ile Almanya çok önemli kazançlar elde etmiştir. Bugün Almanya, doğuya iktisadi istikrar götürmek ve böylece kendine güvenli bir ortam sağlamak zorundadır. Çünkü Almanya doğudan askeri tankların değil, milyonlarca muhtemel göçmenin tehdidi altındadır. Almanya’nın bazı D.Avrupa ülkelerine NATO ve AB genişlemesinde öncelik tanımak istemesinin sebebi de budur. Görüldüğü üzere, tarihi emellerinden dolayı II nci D.S.’dan sonra Almanya’yı kontrol edebilmek maksadıyla kurulmuş olan Ortak Pazar ve yapılan Maastritcht Antlaşması, bugün AB.’nin Almanya’yı kontrolünden ziyade, Almanya’nın A.B.’yi kontrolüne imkan tanımaktadır. Araştırmacı yazar II.D.S. sonrası sınırlandırılmış Alman Ordusunun bugünkü durumunu ise şu şekilde açıklamaktadır: Almanya, 4,5 milyar marklık silah satışı ile Dünya’da iki numaradır. Alman ordusu, küçültülmüş olduğu halde Alman halkına yılda 48 milyar marka mal olmaktadır. Alman bütçesinde, Alman ordusunun ihtiyaçlarına ayrılan pay bütçenin % 10’udur. “Bu cümleler ardından yaptığı değerlendirmeyi ilginç bir soru ile açıklamaktadır.” Almanya’ya yönelik askeri tehdit madem azalmış ise, bu durum nasıl izah edilebilir? Alman Dış Politikasına Jeopolitik Bakış (Prof.Dr.Cengiz OKYAN) Araştırmacı yazara göre, günümüzde belirgin Alman dış politikasının temelinde “kuvvete başvurunun kesin reddi ve önceki düşmanlar ile uzlaşma” düşüncesine paralel gelişen “ısrarcı çok taraflılık” tutumu yer almaktadır. Yazar makalesinin ilerleyen bölümlerinde, bir Alman probleminin varlığından bahis açmakta ve bu konu ile ilgili özetle şunları söylemektedir; “Bugünkü şekli ile Avrupa’nın Doğusu’nda bir Almanya değil, yeni kriterlere göre merkezi konumda Almanya söz konusudur. Bu Almanya’nın doğudan klasik anlamda bir fiziki tehdit ile karşı karşıya kalma problemi sona ermiştir. Bugünkü Alman problemi ağırlıklı olarak Batı’nın öne sürdüğü bir kavramdır ve genel bir ifade ile Alman devletinin geleceğe yönelik muhtemel davranışları ile ilgilidir. Bugün Almanya Avrupa entegrasyonuna sıkı sıkıya bağlıdır. Buradaki asıl sorun, entegrasyonun Almanya’nın mı, yoksa Avrupa’nın mı görüşlerine uydurulacağı meselesidir.” İlerleyen bölümlerde “20 yy’ın Amerikan çağı olması ölçüsünde, yeni çağ da Alman çağı olabilir ve hedefini daha derinlikle seçebilir” düşüncesine yer verilmiştir. Nihayet makalenin son bölümü Türkiye ile ilgilidir. Bu bölümde soğuk savaş sonrası, Almanya istikrar ekseninde iken, Türkiye geniş bir istikrarsızlık alanı ortasında kalmıştır. Ancak Almanların ilgilenmek zorunda oldukları Balkanlar ve Orta Doğu ekseninde en önemli güç Türkiye olacaktır ve halen stratejik savunmada olan Almanya bu aşamada, Orta Doğu-Orta Asya politikalarına yönelmede ve diğer büyük güçlerle dengelemede Türkiye’nin Almanya nazarında tarihsel bir değeri olacaktır. Almanya muhtemel sorunlar karşısında Türkiye ile kader birliğine düşebileceğini de görmek zorundadır. Zihniyet-Strateji İlişkisi ve Tarihi Süreklilik: Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Alman Stratejisi. (Doç.Dr.Ahmet Davutoğlu, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi.) Soğuk Savaş süresince gözlenen Alman ekonomik başarısına yönelik ilgi, Almanya’nın birleşmesinden sonra tarihi tecrübeler ve Alman ekonomik gücünün agresif milliyetçiliğin yeni bir şekline dönüşmesi ihtimali, diğer toplumlarda unutulmaya yüz tutmuş tarihi Alman imajının yeniden uyanmasına yol açmıştır. Yazarın bu araştırmasına göre İngilizlerin yüzde 55’i İngiliz olmaktan, Fransızların yüzde 33’ü Fransız olmaktan, İtalyanların yüzde 41’I İtalyan olmaktan çok gurur duyduklarını söylerken, bu oran Almanlarda (1989’un Batı Almanya’sında) sadece yüzde 21 civarındadır. Kendi ulusundan hiç bir gurur duymadığını söyleyen Avrupalılar arasında da Almanlar ilk sırayı almaktadır. Almanların cevabı konusunda yazarın yorumu son derece ilginç ve gerçekçidir: “Bu soruyu Almanların “evet” olarak yanıtlamalarının iki dünya savaşına yol açan agresif bir milliyetçiliğin sürmekte olduğu anlamına geleceğinin bilincinde olmaları, cevabın güvenilirliğini ciddi şekilde etkilemektedir.” Müteakiben Alman bilincinin oluşması özetlenmiştir. Alman tarih yazarları Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun Şarlman öncülüğünde tarih sahnesine çıkışını, Alman tarihinin başlangıcı olarak değerlendirmektedirler. Yazar, günümüze kadar süreklilik içinde toplum ve liderleriyle bugüne ulaşan Alman bilincinde tek kopukluğun, son derece kötü imaj çizen Hitler olduğunu ifade etmiştir. Yazara göre Kıta Avrupası’nın kaderi ile Almanya’nın kaderi paraleldir ve Almanya bu kıtada sürekli sorun olmuştur. Nitekim I ve II nci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa önemsizleşmiş ve ABD sahneye çıkmıştır. Yeni düzende hegemonik güç merkezi Avrupa dışına kaymıştır. Uluslararası ekonomik ve siyasi güç merkezinin Atlantiğe kayarak, ABD merkezli yeni bir düzenin kurulması ve bu yeni düzene alternatifin de, SSCB tarafından ortaya konması, Avrupa’nın modern dönemde ilk defa edilgen bir konuma düşmesine yol açmıştır. Sadece Almanya değil bütün Avrupa soğuk savaş süresince bu edilgen konumun ezikliğini hissetmiştir. Alman-Fransız rekabetinin, ekonomik ve stratejik işbirliğine dönüşmesi de Avrupa’nın önemsizleşmesine ve edilgenleşmesine karşı doğan yeni Avrupa bilincinin bir sonucudur. Almanya bugün stratejik bir kavşak noktasındadır ve takip edeceği politikalarla yalnız Avrupa’nın değil, uluslararası sistemin de kaderini etkileyebilecek araçlara sahiptir. Genel olarak önceki makalelere benzer noktalara temas eden yazar, II nci Dünya Savaşı’ndan sonra Rusya’nın, tüm bölgelerde baskısını artırması sonucu, Alman-Türk stratejik ortaklığının sadece askeri açıdan değil ekonomik açıdan da önemli bir boyut kazandığını belirtmiştir. Ancak Soğuk savaşın sona ermesi, Türk-Alman ilişkilerinin temel parametrelerini etkilemiş, Almanya’nın dış politika önceliklerini değiştirmiştir. Batı ile Doğu Almanya’nın birleşmesi ve Sovyet tehdidinin kalkması ile, Türkiye’nin Almanya nezdindeki stratejik önemi de büyük değişime uğramıştır. Bunun sonucu Almanya, Orta ve D.Avrupa’da kendi lehine doğan boşlukta yer alan ülkelerin, AB’ne üyelik müracaatlarına önem vermeye başlamıştır. Türklerin serbest dolaşma hakkına karşı çıkma ve PKK faaliyetlerini destekleme gibi unsurlar da gözönüne alınınca, Almanya - Türkiye ilişkileri hiç olmadığı kadar bozulmuştur. Bu bozulmanın sonucu Türkiye–AB ilişkilerindeki tıkanmalar, Türkiye ABD ilişkisini güçlendirmiştir. Ancak bu bir geçiş devresidir. Almanya ne bugün, nede gelecekte Türkiye’yi ihmal edemez; ne de Türkiye de küresel ve bölgesel dengelerde Almanya ile olan ilişkilerini gözardı eden bir dış politika izleyemez. Küresel ve Bölgesel Gelişmeler Işığında Türkiye-Almanya Arasındaki İktisadi İlişkiler ve Türk Dış Ticaret Etkinlik Alanlarında Beklentiler. (Prf.Dr.H.C.Şefik Alp BAHADIR, Doçent Dr.Yusuf Ziya AKSU, Erlangen-Nürnberg Üniversitesi, Almanya) | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 864 Kayıt tarihi : 17/12/07
| Konu: Geri: Çıkarlar, Çatışmalar, Çözümler” Tarihten Geleceğe Cuma Ara. 21, 2007 3:05 pm | |
| Makalesinin ilk bölümünde yazar şu görüşlere yer vermektedir; ”I nci Dünya Savaşı öncesi Stratejik İşbirliği, I nci Dünya Savaşı da silah arkadaşlığı, II nci Dünya Savaşı sonrası aynı askeri pakt, Alman mucizesinde Türk işgücü, AET’ye başvuruya en önemli desteğin Federal Almanya’dan gelmesi, tüm bunlar iyi ilişkilerin sonucuydu. Ancak Türkiye’nin 1987 yılında AT’na tam üyelik başvurusu ve iki Almanya’nın birleşmesi sonucu yaşanan darboğaz, Almanya-Türkiye ilişkilerini bozmuştur. Eylül 1998 seçimleriyle yeni kurulan Alman hükümeti ilişkilerin eski düzeyine çıkması için bir şans olmuştur.” Makalenin müteakip bölümünde Türkiye ekonomisi ile ilgili iyimser bir portre çizilmiş ve bu portreyi destekleyici Dünya Bankası raporlarından alınan rakamsal gerçekler sunulmuştur. Türkiye 1990-1997 yılları arasında GSMH’nin ortalama büyüme hızı ile 133 ülke arasında onuncu sırayı almıştır. Keza 1980’li yılların ilk yarısından itibaren Türkiye, “Türk İhracat Mucizesi” ni yaratmıştır. 1980-1990 ortalamasında, yılda % 16.9 oranında ihracat artışı ile Dünya Bankası istatiklerinin kapsadığı 133 ülke içinde birinci sırayı almıştır. Sonuç itibariyle Türk dış ticaret hacmi son 15 yılda, 15.0 milyar dolar (1983) dış ticaret hacminden, 74.8 milyar dolar (1997) çıkmış, yani 5 kat artmıştır. Üstelik ihraç mallarının % 80’i sanayi ürünlerinden oluşan bir ülke konumuna gelmiştir. Yazıda daha sonra aynı çalışmalar Almanya açısından yapılmış ve şu çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır; Federal Almanya’nın siyasi gücünün temelini oluşturan ekonomik gücü, özellikle Doğu Almanya ile birleşmesinin neticesi olarak çok büyük boyutlara varmıştır. 1990 yılında 2.4 trilyon DM olan Federal Almanya’nın GSMH’sı, 1992 yılında 3.1 trilyona, 1997 yılında 3.6 trilyon DM’ye ulaşmıştır. Böylece Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya’dan sonra dünyanın üçüncü en büyük ekonomisini oluşturmuştur. Ülkenin dış ticaret hacmi, 1997 senesinde 1.7 trilyon DM’ye vararak, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra ikinci sırayı almıştır. Müteakiben Türkiye-Almanya dış ticareti tablolar kullanılarak anlatılmıştır ve iki ülkenin işbirliği olanakları açıklanmıştır. Bu işbirliği alanları teknolojik alanda enerji yatırımları, GAP projesi ve tarım sektöründe işbirliği ve üçüncü ülkelerle işbirliğinde dayanışmadır. Almanya’da Türk Varlığı Dünden Yarınlara Bir “Sorunun” Anatomisi (O.Can Ünver, Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ataşesi) İkinci Dünya Savaşı’nda sanılanın aksine, Almanya’nın sanayi alt yapısı neredeyse hiç zarar görmemiştir. Ancak savaşın bitiminde erkek işgücünü büyük ölçüde savaşta yitirmiş, mevcut sanayi altyapısı ve onarılacak kentleriyle Almanya, yeniden ayağa kalkmaya hazırdı. Açığa çıkan işgücü ihtiyacını karşılamak maksadıyla; 30 Ekim 1961 tarihinde yürürlüğe giren Türk-Alman işgücü Anlaşması ile Alman ekonomisi için acilen gereksinim duyulan işgücü, diğer Güney Avrupa ülkelerinden sonra Türkiye’den de istenmiştir. İşte bu tarihte başlayan, Almanya’daki Türklerin mevcudiyeti olgusunun, başlangıçtan günümüze kadar yaşanan gelişmesi, tarafların penceresinden irdelenmiş, bunun ışığında geleceğe dönük olası tahminlere yer verilmiştir. İnceleme sırasında Almanya’daki Türklerin çeşitli alanlarda karşılaştıkları güçlüklere kısaca değenilmiş ve bu ülkedeki Türk Varlığı’nın Türk-Alman ilişkilerindeki etkileri yorumlanmaya çalışılmıştır. 1973’te işçi alımının durdurulmasından sonra “vatandaşlarımızın kendi istekleri dışında geri gönderilmesine razı olunmayacağı” Türk hükümetlerinin değişmez görüşü olmuştur. Türkiye ilk kez 1982 Anayasası’na yurtdışındaki vatandaşlar ile ilgili madde koymuş (Syf. 236) ve 1984’den itibaren Almanya’ya öğretmen ve din görevlisi göndererek hizmet vermiştir. Çifte vatandaşlık ve askerliğin kolaylaştırılması ile bu hizmetler devam etmiştir. 1980’li yılların son yarısından itibaren “Almanya’daki işçilerimiz” yerine “Almanya’daki Türk varlığı” deyimi kullanılarak, insanlarımızın bu ülkede yaşamlarını sürdürmeye kararlı olduğu, Türkiye Cumhuriyeti tarafından da belirtilecektir. Ancak tüm bunlara rağmen Almanya’daki gelişmeler korkutucuydu. Özellikle 1987’de AB’ye tam üyelik başvurumuz ile Almanya yoğun bir karşı propagandaya başlamış, Neo-Nazi saldırıları ve kundaklama olayları artmıştır. Eskiden beri Türk işçilerini sorun olarak kabul eden Alman Medyası, bu kez Türkiye’nin kendi özel durumlarını da kendi sorunları gibi görmeye başlamış ve T.C.ni her bakımdan “kötü” ilan etmiştir. “İşgücü bekliyorlardı, insan geldi” diyerek asıl sorunu açıklayan yazar, Almanların bu sözü “işgücü bekliyorduk, Türkler geldi” şeklinde değiştirdiğini ifade etmektedir. Gerçekten de temel problem budur. Yurtdışında yaşayan Vatandaşlarımızın F.Almanya Örneğinde İçinde Bulundukları Ekonomik, Sosyal, Kültürel ve Siyasi Konum. (Ali ALAYBEYOĞLU, Başbakanlık Devlet Bakanlığı Danışmanı) Toplam 7 adet tablo ile Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili sayısal bilgiler vererek, Onların çalıştıkları yabancı ülke ekonomilerine katkılarını ve gelirlerini açıklayan araştırmacı yazar, sorunların yoğun olarak yaşandığı, ülkelerin başında Almanya’nın geldiğini belirtmektedir. Çalışmasının diğer bölümlerinde, Yabancılar Hukuku ve İltica Hukuku, Alman Vatandaşlık Kanunu’nun ilgili bölümleri açıklanmış olup, yeni düzenlemelerin çifte vatandaşlığa müsaade etmediği ve yabancıları bir tercihe zorladıkları sonucuna ulaşmıştır. Komutanım bu tablo, cümle içlerinde geçen dikkat çeken verilerdir.
Almanya’da Yaşayan Vatandaşlarımız Almanya’da Yaşayan Vatandaşlarımıza Ait Veriler 10 Yıldan beri ikamet eden vatandaşlarımızın sayısı.
1.250.000 Almanya’da dünyaya gelen
600.000 18 Yaş ve altı
702.000 Öğrenci sayısı (Üniversite hariç)
500.000 Üniversite öğrenci sayısı
22.000 Aile sayısı
555.000 Konut sahibi sayısı
57.000 Kişi başı ortalama senelik net gelir
6.287 DM SONUÇ : A. KİTABIN ANA FİKRİ : Her makalenin ayrı bir ana fikri mevcuttur. Ancak tüm yazarların üzerinde birleştiği ortak fikir şöyle ifade edilebilir : Türk-Alman ilişkilerinin, genel olarak Türk tarafı edilgen de olsa, iyi yönde tarihsel bir geçmişi vardır. Bugün bu ilişkiler Almanya’dan kaynaklanan sebeplerle istenen düzeyde değildir. Ancak, Almanya hata yaptığının farkına kısa sürede varacaktır. (Gerçektende 1999 yılı içerisinde T.C.-Almanya ilişkileri, yeni Almanya hükümeti ile birlikte, iyi yoldadır.) Açıkça itiraf etmeseler de bugün Avrupa Almanya’dan şüphelenmektedir, Almanya halen sabıkalıdır. B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER : Almanya hakkında cesaretli değerlendirmeler ve 1998 Aralık ayı itibariyle güncel veriler. C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER : Türk Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Grubu tarafından hazırlanmış başarılı bir çalışmadır ve yorumlardaki isabet oranı dikkat çekicidir. | |
| | | | Çıkarlar, Çatışmalar, Çözümler” Tarihten Geleceğe | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |